MEHMET AKSOY KÖŞE YAZISI
Sevgili kardeşim,
Bu günkü konumuz; yaşamımızın devamı için, her nefeste ve her saniyede muhtaç olduğumuz, olmazsa olmaz hava unsuru üzerinde olacaktır.
Şüphesiz hava; sonsuz hikmetlerle ve sırlarlarsa ve mucizelerle dolu büyük bir âlemdir. Bu anlatılacakların sonunda; hava âleminin idrakinden aklın, havsalanın aciz kaldığını göreceksiniz.
Havanın ifa ettiği vazifeler o kadar çoktur ki, bunları sıralayıp saymakla bitiremezsiniz. Normal hayat akışında, hava ile o kadar iç içeyiz, o kadar ülfet peyda etmişiz ki; çoğu zaman hava unsurunun hayatiyetini unutuyor, kiymetini de düşünemiyor ve algılayamıyoruz.
Hatta ve hatta yaşamın temeli sayılan, su ve hava unsuru, avam lisaniyle, bazen hafife alınıyor, bazen de alay konusu yapılabiliyor. “Havadan, sudan konuştuk.” Yani faydasız ve boş şeyler konuştuk anlamında, bahse konu edilebilmektedir.
Kâinatta hiç bir eksiklik, hiç bir kusur bulunmaz. Her şey en mükemmel şekliyle yaratılmış, hazırlanmış ve hizmete sunulmuştur.
En küçük bir böcek veya sinek bile olsa; kâinatın küçük bir çekirdeğini ve yaratılış ağacının bir meyvesini oluşturuyor. Dolayısıyla o böceğin her ihtiyacı, kâinat kadar azametlidir. Yoksa kendi başına kalsa; yaşamak için o ihtiyaçlarından olan, ne bir ışık, ne oksijen, ne hava, ne su, ne hararet, ne de herhangi bir besin kaynağı bulabilir !
Bundan önceki yazılarımın birinde “Atom-Zerre” üzerinde durmuştum. Orada hava atomlarının icra ettikleri görevlerine de kısaca değinmiştim.
Malum olduğu üzere, yaşamın devamı için toprak, Güneş ve sudan ayrı olarak, hava unsuru büyük bir öneme haizdir. Bütün bu unsurlar kendilerine ait özellikler taşıyan, atomlardan meydana gelirler.
Cenab-ı Hakkın birliği ve varlığı, bütün varlıklar tarafından şehadet edilen, eşi ve benzeri bulunmayan yüce varlıktır. Her zerrede Allâh’ın taklit edilmez mührü ve turrası vardır.
Bir bina düşünün ki temel unsurları, “demir ve “kum” dan terkip edilmiştir. Sadece kum’u göz önüne alacak olursak; kamyonlarca yüklü kum tanecikleri, başbaşa vererek bir araya getirilir, birleştirilir, işlenir, şekil verilir, belli ölçülerle kalıplara dökülür ve sonuçta nizamî bir binada yerini almış olur o kum tenesi.
Şeksiz böyle bir bina, bir bani’yi yani bir mimarı, bir mühendisi gösterir. Zira orada bir proje, bir plân, bir mühendislik ilminin ve san’atının tecellileri vardır. O mühendisi görüp veya görmemek hiç, ama hiç önemli değildir. Onun oraya diktiği, meydana getirdiği o nizamî yapısı, eseri onun varlığının ve ilminin yegane nişanı olmaktadır.
Bu basit misâl, hava unsuru içerisinde yer alan, hava atomlarının ne kadar önemli vazifeler ifa ettiklerini anlamamıza ışık tutacak, belki de akla yeni bir kapı açacaktır.
Hava; yer yüzünden, topraktan sonra atmosferde yer alan ve kalınlığı 150 kilometreyi bulan bir tabakadır. Bunun sadece 12 kilometresi canlıların yaşamı için elverişli şartları taşımaktadır.
Atmosfer Dünya ile beraber hareket etmektedır. Atmosfer aşırı hızla giderken, dünya’nın üstündeki hava küresi, başta insanlar olmak üzere, diğer bütün canlıları muhafaza için yeryüzüne; tabir caiz ise bir şemsiye, bir dam, bir çatı görevini yapmaktadır. Bu sayede biz; uzayın derinliğine doğru, saatte 108.000 km hızla giden dünyamız üzerinde, hiç sarsıntı yaşamadan rahatça yaşıyabilmekteyiz.
Kur’an-ı Kerim’de şu âyet buna işaret etmektedır:
“Biz gök yüzünü korunmuş bir tavan gibi yaptık.Onlar ise gökyüzünün âyetlerinden yüz çevirirler.(1)
Burada “korunmuş tavan” aslında bir benzetmedır. Dünya’yı saran atmosfer, hava tabakası ve ötesindeki gök cisimleri, akıllara hayret verecek, bir düzen ve denge içinde yaratılmıştır. Ve bu düzen, İlâhî düsturlarla koruma altına alınmıştır.
Yer yüzünden uzaklaşıldıkça, bu hava tabakasının yoğunluğu azalır. Hava, aslında Dünya’yı çevreleyen, çoğunluğu azot ve oksijenden oluşan, renksiz ve kokusuz gaz kütlesinden oluşmaktadır. Buna göre havada; Azot (%79), oksijen (%21) ve az miktarda karbondioksit bulunmaktadır.
Evet insan gıdasız, sussuz bir müddet yaşıyabilir, ama havasız yaşıyamaz. Bir kaç dakika havayı teneffüs edemiyen bir insan ölür. O bir nefeslik hava ciğerlere oksijen taşır. Başta kalp ve beyin olmak üzere, vucût hayat buluyor, yaşam fonksiyonları canlanıyor.
İnsanın nefes alması, hava unsurunun içinde bulunan, bu %21 nisbetinde bulunan oksijen ile olmaktadır. Burada dikkatle bakılması gereken bir nokta vardır. O nokta da şudur: İnsan nefes alırken, akciğerlerimize sadece havanın içinde bulunan %21 lık oksijen olan hava dolmaktadır. Akciğerler, havayla dolduğunda, kaç cm3 hava alabileceğinin ve kaç saniye içerisinde bu havayı verebileceğinin hesabı önceden yapılmıştır.
Kalbin akciğere her nefeste pompaladığı kan miktarı bellidır, ölçülüdür.
Akciğerlerimizde, bir nefeste kirli kandaki karbon ile birleşecek oksijen miktarı da, dakik bir ölçü ile hesaplanmıştır. Yani, %21 oksijenlik nefes, havada kalpten pompalanan kirli kandaki karbonla birleşip, karbondioksit olarak dışarıya atılacak kadar oksijen vardır.
Havadaki oksijenın azı zarar olduğu gibi, çoğuda zarardır. Zira havanın bu özelliğıne ve ölçüye göre solunum ve dolaşım sistemi tanzim edilmiştır. Bu dengeli ve ince düzen diğer hayvanat (canlılar) içinde geçerlidır.
Sürekli kandaki karbonla birleşip, atmosfere karbondioksit olarak çıkan hava, karbonla kirlenir. Oksijen miktarı giderek azalır, nefes alamaz hale geliriz. Her şeyi hikmetle yaratan Allâh, ezeli ilmiyle, havaya bir de tasfiye sistemi kurmuştur. Bu sistem mükemmel şekilde çalışır. Havadaki oksijen oranı hiç değişmez.
İşte, biz insanların ve diğer canlıların bu hassas organlarını yaratan kim ise; yaşamlarının devamı için de, havaya bu hassas, ince vaziyeti ve muvazeneyi veren aynı zat’tır. Bütün bunları tesadüfe havale etmek, akıldan istifa etmek, bilime inanmamak anlamına gelir.
Havanın, insanlar tarafından keşfedilip bilinen ve bilinmeyen yüzlerce vazifesi vardır.
Belki de tuhaf karşılayıp, garipseyebilirsiniz ama, şayet hava olmazsaydı göremez, duyamaz, konuşamaz ve koklıyamazdık.
Bunu açıp, birazcık izah edelim:
Durgun bir suya, bir taş attiğınız zaman; o taşın düştüğü noktadan itibaren, dışa doğru iç içe daireler şeklinde dalgalar oluşur.
Aynen bunun gibi; bu hava zerreleri (atomları) bütün sesleri, konuşmaları kulaklarımiza.
Manzaraları, görüntüleri, renkleri gözlerimize.
Ve her çeşidiyle kokuları burnumuza taşır, ulaştırır. Öylece hava sayesinde, görüyor, işitiyor ve koklayabiliyoruz.
Bütün dünyadaki telefonların, televizyonların, radyoların ve canlı yapılan konuşmaların, böceklerın, kuşların ve bütün tabiat olaylarından, doğadan zuhur eden sesleri, hiç bozmadan, karıştırmadan, doğallığı ve fıtratı üzere; hava zerreleri vasitasiyla işitiyoruz.
Örneğin; benim sesimin benzeri dünyada yoktur. Yakınlarda veya nakil vasitalariyla uzaklarla konuştuğumda, aynı özellikleri muhafaza ederek, bu hava zerreleri iletişim yoluyla sağlarlar.
Seslerdeki bu gizemi ve sırları akıl ile çözmek mümkün değildır.
Bu hilkat, bu icraat, bu tasarruf, ancak ve ancak, Allâh’ın ilminden, hikmetinden ve kudretindendır denilebilir.
Göz ve gözlerdeki bakışlar ile ayrı ayrı kokuların algılanması da buna kıyaslanabilir. Bu kadar sonsuz renklerin ve kokuların tefrik edilmesi, ayrıştırılması ve hiç bir karışıklığa mahal bırakılmaması, hayreti mûcip değil mi?
Ayrıca havanın çok önemli vazifelerinin içinde bulunan, suyun buharlaşması, bulutların oluşması, yağmurların yağmasını da sayabiliriz.
Yukarıdan beri tek tek sıraladığımız hava zerreleri yani atomları, bu vazifelerini bir anda yapabilirler. Yani sesle beraber ışığı, harareti rengi, kokuyu ve dığer benzer şeyleri de taşırlar ve nakletme yeteneğine ve özelliğine sahiptirler.
Bu cansız, ruhsuz varlıkların, şuurkarane bu harika, fevkal’ade halleri, muazzam bir mu’cizenin göstergeleri, tezahürleridirler.
Havanın ve diğer namiyle rüzgarın görevlerini, bakınız Allâh nasıl ifade etmektedır:
“Rüzgarları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen, O’dur. Sonunda onlar (o rüzgarlar) ağır bulutları yüklenince, onu ölü bir memlekete sevkederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız (yani dirilteceğiz).Her halde bundan ibret alırsınız.”(2)
Diğer bir âyette: “Yeryüzünde her canlıyı yaymasında, rüzgarları, yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde, düşünen bir toplum için, (Allâh’ın varlığı ve birliğini ispatlayan) bir çok deliller vardır.”(3)
Başka bir âyette de havanın, bulutların sevk ve idaresindeki rolünü nazara verir: “Rüzgarları gönderip de bulutu harekete geçiren Allâh’tır.”(4)
Ve yine; “Rüzgarları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için, dersler vardır.”(5)
Ayrıca, havanın bitki ve meyvelerın döllenmesinde, nazarları çeken şu âyeti de hatırlatmakta fayda vardır.
“Biz rüzgarları aşılayıcı (Dölleyici) olarak gönderdik.”(6)
Gerçekten zikri geçen âyette, 1500 yıl öncesinden rüzgarın, bu döllenme olaylarındaki etkisini, fonksiyonlarını dile getirmış olmasını çok önemsemek gerekir.
Havanın unutulmaması gereken görevleri arasında; elektrik ve ışığın oluşumunda ve yayılmasında da izhar edilmektedır.
İşte hava, hayatın idamesi ve devamı için lâzım gelen bütün levâzımatı, kemali intizamla yetiştiriyor, mükemmel bir düzen, dakik bir ölçü ve hesap ile ifa ediyor.
Burada şunu itiraf edeyım ki; asrın bilgesi olarak kabul ettiğim Bediüzzaman’ın, bu hava unsuru ile ilgili olarak, “Hüve Nüktesi” adıyla bilinen, “Sözler” adlı kitabında kısa ve öz bir bahis geçmektedır. Gerçekten kısalığiyla beraber; bir kitap dolusu anlâmlar ihtiva etmektedır.Bakılıp okunmasında ve müzakere edilmesinde elbette ki, büyük bir fayda temin edeceğine inanıyoruz.
Allâh tohumu vermiş, tohum için toprağı, toprak için suyu, su için bulutları, bulutlar için rüzgarı, ağacın büyümesi için Guneş’i ve daha pek çok esbabın tümünü yaratan yüce yaratıcıya hamdedelim.
13.04.2023
Dr. Mehmet AKSOY
DİP NOTLAR:
(1) Enbiya 21/32
(2) A’raf 7/57
(3) Bakara 2/164
(4) Fatır 35/9
(5) Casiye 45/5
(6) Hicr 15/27