AYRILMAK KAVUŞMAKTIR
Hz. Ali’den (r.a.) rivayet edilir ki; Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Cebrâil bana geldi ve şöyle dedi:
– İstediğin kadar yaşa, mutlakâ öleceksin. İstediğini sev, sonra mutlakâ ayrılacaksın. İstediğin şeyle amel et –ister iyi, ister kötü–, sonra onun karşılığını elde edeceksin.” (Hâkim,müstedrek, IV, 360-361/7921)
Elle tutulamayan, gözle görülemeyen, varlığı ile canımızı acıtan, kişiye boğuluyormuş hissi veren ayrılığın sözlük anlamı;” Ayrı düşme, birinden uzak kalmadır“. Sözlüğün küçük bir yerini işgal eden bu kelime tek nefeste söylenir fakat yüzlerce sızı ve acı bu nefesle yaşanır.
Yaşadığımız bu fani âlemde bizlere dayanılmaz acılar, keder ve hüzün veren birçok şey vardır. Ama bunların hiçbiri soğukluk hissettiren, gözlerde hüzün bırakan, yüreklerde acı ve keder çöktürüp dayanılmaz acılar veren ayrılık kadar değildir.
Onun için dünyanın bir sınavı olan ayrılığa dair birçok film çekilmiş; sayısız romanlar, şarkılar, şiirler yazılmış ve halen yazılmaya da devam ediliyor.
Hayatın şartları elimizde olmadan bizi ayrılığa zorlar. Ağlasak da üzülsek de ayrılmak zorunda kalırız. İlk ayrılık babamızın cennetten ayrılması ile başlamıştır. Ondan sonra dünya yaşamının her alanında ayrılığı görürüz. Öyle veya böyle er ya da geç bu dünya da her an birilerinden, bir şeylerden ya da bir zaman parçasından anbean ayrılıyoruz ve dönüp hiçbir şey söylemeden ayrılık duygusunun hüzünlü kollarına kendimizi bırakmak zorunda kalıyoruz. Fahri kâinat efendimizin de buyurduğu gibi ayrılıktan hiç kimsenin kaçışı da kurtuluşu da yoktur.
Yüreğimizin köşelerinde ayrı ayrı yer verdiğimiz babamızdan, annemizden, kardeşimizden, evladımızdan, eşimizden, dostumuzdan, sevgilimizden, memleketimizden, masamızdan, kasamızdan, kutsallarımızdan, dönemimizden, hayallerimizden, şöhretimizden de bir gün bir şekilde ayrılmak mecburiyetinde kalacağız.
Tırnağın etten ayrılması ne kadar zorsa, bunlardan ayrılmak da o kadar zordur. Onun için sevdiklerimizden ayrılmadan önce kıymetlerini bilmek gerekiyor. Ayrılığın her çeşidi insan olanı üzer. Bu sebeple olsa gerek ayrılık ölümden beterdir derler. Gerçekten de öyledir. İnsan ölünce ruhu bedenini terk edip ebedi alemde (cennette) yaşamaya devam etmek için gider. Ya ayrılık? Ayrılıkta ruh bedeni terk etmiyor fakat ruha sessiz cehennemler yaşatıyor. Yakub’u kör eden, Mecnun’u çöllere atan, Bilal-i Habeşi’yi Şam’a götüren de sevdiklerinden ayrılmış olmaları değil midir?
İnsanın kolunu kanadını kırıp yere çalan ayrılık; gidenin de kalanın da gönlünde fırtınalar koparsa, yüreğinde yangınlar çıkarsa da ince bir sızı, içe doğru gizli akan gözyaşı bıraksa da eninde sonunda insanoğlu hasretini çektiği, kavuşmayı umduğu şeye, kişiye ve aşkın varlığa bir gün bir biçimde mutlaka kavuşacaktır. O halde ayrılmak kavuşmaktır ya bu dünyada ya da öbür dünyada.
Mademki bu geçici dünyada biz sevdiklerimizden ve sevdiklerimiz de bizden bir gün mutlaka ayrılacaklar; o halde dünyada, kabirde ve ahirette bizden hiçbir vakit ayrılmayacak olan “salih ameller” işlemek gerekmez mi?
Ne dersiniz?
Kemal Kahraman