Tarih: 16.05.2023 10:53

Bitkilerin Yaşam Tarzından Yansıyan Mucizeler 2

Facebook Twitter Linked-in

Evet, yeryüzünde ve göklerde her ne varsa; yek diğerine muhtaç olup, biri birisiz olmazlar. Yani birbirini tamamlıyan unsurlardırlar. Birinin yokluğu veya eksik olması halinde, o muazzam sistemin çökmesi, bozulması ve iflâsı anlâmına gelir. Bunlardan her hangi bir unsuru ele alırsanız şayet; tek başına onun, hayatî öneme haiz olduğunu görürsünüz.

   Bir önceki makâlemizde, havanın önemi ve görevleri üzerinde durmuştuk. Şüphesiz hava; hayatın her sürecinde, her anında bizden ayrı düşünülemeyen, iç içe olduğumuz ve her saniye akciğerlerimizi besleyen unsur.

   Uykuyla beraber, insanın her bir organı da uyku moduna girer. Ancak vücudun motoru, lokomotifi hükmünde olan insan kalbi; durdurak bilmeden, yorulmadan, usanmadan ve dinlenmeden hep çalışır. Bu çalışmasını ve enerjisini, her nefeste akciğerlerimize doldurduğumuz oksijene borçludur. Bir otomobil düşünün ki; nasıl enerjisi olmadan, yakıtsız çalışamıyorsa, aynen öyle de; bir insan kalbinin oksijensız kalması demek; hayatının sona ermesi, yani ölmesi anlamına gelecektır.

   Bütün canlıların yaşamı için bu denli elzem olan ve sürekli yanımızda hazır ve nazır bulunan oksijenın, üretim kaynakları nelerdır, bu oksijen nereden geliyor? Diye, mutlâk anlâmda merak ettiğinizi biliyorum.

   Peki geliniz! 
   Hep beraber bu oksijen hazinelerini araştıralım, keşfetmeye çalışalım ve bilimsel olarak fikir yürütelim. Bu çalışmamızda, bitkiler hakkında en az bizlere lâzım gelen bilgilere kavuşacagımızı umuyor ve temenni ediyorum.
   
   Bitkiler üzerinde bilimsel çalışmalar yapan ve binlerce bilim dallarına ve bilim insanına rağmen; bitkilerın çözülemeyen, esrarengiz, sayızsız nice noktalarının hala muğlak kaldığını biliyoruz.

   Diğer bütün kâinat olaylarında ve canlılarda da, durum bundan pek farklı değildır. Örneğin süt ve süt ürünleri üzerine çalışan bilim dalları vardır. Süt'ün bileşiminden ve faydalarından ve diğer bazı yönlerinden uzunca bahsedilir, bilgi verilir. Lâkin mer'adaki çayırlardan ot yiyen bir inek, koyun ve keçinın işkembesindeki fışkı (fers) ve kanın nasıl süt'e evrildiğini ve o süt'ün, fışkı ve kana bulaştırmadan ve bulandırmadan ve onlara büsbütün muhalif olarak temiz, safi, hoş, bembeyaz o sütü, bütün validelerın memeler musluğundan, bir çeşme gibi ağzımıza akıtıldığına dair versiyonu (mahiyeti) hala gizemini korumaktadır. 
   
   Ve hakeza, bal üzerine bilim adamları, nice araştırma ve çalışmalar yapmış ve halâ devam etmekte iken; çiçeklerin öz suyunu içen bir arının, o suyu, nasıl proteini yüksek, mugaddi bir bal'a çevirdiğini, çözmekte hep aciz kalmışlardır.
   
   Yahu burada, iştahla bunca besinleri, gıdaları hoyratça sorumsuzca yiyiyor ve içiyoruz. Bu kadar acaibi ve hikmetleri düşünüp de Allâh'a hamd etmemek vicdana sığar mı? diye herkese sormak  isterım.

   Şimdi asıl konumuz olan oksijene dönecek olursak; bunun doğrudan doğruya, bitkilerle ve özellikle yapraklı bitkilerle alakalı olduğunu görüyoruz.

   Bitkiler de; hayvanlar ve insanlar gibi canlı varlıklardır. Hayvan ve insanlar besinlerini dışarıda ararken; bu durum, bitkiler için geçerli değildır. Onlar kendi besinlerini kendileri üretirler. Cenab-ı Allâh, bitkiler için akıllara durgunluk veren, öyle bir sistem tesis etmiştır ki; bitkiler kendi besinlerini üretmek maksadiyla, bir FOTOSENTEZ olayının devreye sokulduğunu görüyoruz.

   Yeşil yapraklarda KLOROFİL mevcuttur. Klorofil: Güneş ışığından aldığı enerjiyi, bitkilerde karbon özümlemesini sağlayan ve aynı zamanda bitkilere yeşil renklerini de veren maddedır. Düzenli su ihtiyacını karşılayan ve Güneş enerjisinden faydalanan bitkiler; bu klorofil aracılığiyla, karbondioksit ve suyu birleştirerek, oluşturduğu organik besinleri yapmasına, yani basit şekerlere ve oksijene dönüştürmektedirler ki; Bu olaya FOTOSENTEZ adı verilmektedır. 
  
   Fotosentezin meydana geldiği başlıca yer yapraklardır. Bu sayede bitkiler, hem beslenir ve dolayısiyla büyürlerken, diğer yandan da insanların yaşıyabilmeleri için, elzem olan OKSİJENİ üretirler.
   
   Yani hava bahsinde temas ettiğimiz gibi, insanlar ve hayvanların akciğerlerine nefes yoluyla aldıkları oksijen, kirli kanı temizler ve kalbin çalışmasına enerji temin ederken; karbondioksit olarak dışarı çıkar. Bitkiler ise; bunun tam tersine yani kirli havayı, yani karbondioksiti teneffüs eder ve insanlar için lâzım olan oksijeni dışarıya verirler.

   Bitki dediğimiz canlılar, rızıklarına kanaatkâr olduklarından, mücadeleye, kalaklanmaya ve fazla bir heyecana ihtiyaç duymaksızın, durduğu yerde, Güneşten aldığı ışık enerjisini, kendi bünyesınde -- ne gizli fabrikalar, sistemler var ise -- gereken glikoz ve besinleri üretir ve beslenirler.
   
   Bu fotosentez olayı olmasaydı, bilâşüphe, dünya'daki yaşam da olmazdı.Oksijen; bitkilerın ışık enerjisini kimyasal enerejiye dönüştürmesiyle gerçekleşmektedır.

   Bir çok bilim insanı ormanların korunmasının ve yeşil alanların çoğaltılmasının, karbon dioksit seviyelerinın artmasını önlediğini düşünmektedirler.

   Burada yine hayat için, hiç bir şeyin eksik bırakılmadığını, en mükemmel şekliyle, her şeyin tastamam yaratıldığını, bu hususta insanları uyaran, şu âyet-i kerime ne kadar enteresandır!
 
   "Rahman olan Allâh'ın yaratışında hiç bir uygunsuzluk göremezsın.Gözünü çevir bak! Bir bozukluk (çarpıklık) eksiklik görebiliyormusun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu-eksikliği bulmaktan) aciz ve bitkin halde sana dönecektir."(1)
   Yani herhangi bir dengesizliğin, eksikliğin, çarpıklığın, yanlış bir yapılanmanın bulunamıyacağını ve olmadığını ve her şeyin muazzam bir muvazene ve dengede yaratıldığını ifade eder.

   Deniz bitkileri de fotosentez yoluyla besin üretmek için, sudan geçen Güneş ışığını kullanırlar. Bu süreçte, okyanustaki karbondioksiti tropikal yağmur ormanlarından, çok daha hızlı emip depolıyorlar. Dolayısiyla iklim değişikliğiyle mücadelede onların da katkısı söz konusu olmaktadır.

   Bir de kurak ortamlarda yaşayan çöl bitkileri vardır. Dünyanın kara düzeyinın üçte biri çöllerle kaplıdır. En kurak yerlerden bazıları, Dünya'nın en ilgi çekici bitkilerine ev sahipliği yapmaktadır. Bunların bir kısmı hayvanlar için gölge ve yem sağlıyabilen küçük ve dikenli çalı türü bitkiler olup genellikle, yine çöl hayvanı olan develere yem teşkil ederler.
  
   Bu çöl bitkilerının de hayat tarzında düşündürücü çok noktalar vardır. Bunlar geceleri toprak düzeyi yakınında oluşan, az miktarda su buharını emerler.
   
   Bazı çöl bitkilerinın ve kaktüslerın iklime gösterdikleri başka bir uyum da, yapraklarının değişerek dikene dönüşmesidır. Ayrıca bitkinın sapı, hem fotosentez organı, hem de su depo edici organ görevini yerine getirmektedir.
   
   Çöl bitkilerinın, su istekleri az olmakla birlikte kökleri derindır. Bu sayede kökleri ile yer altındaki sulara daha kolay ulaşabilmektedirler.Yapraklarının sert, tüylü, küçük ve dikenli olması, su kaybını da en aza indirgemektedir.
  
   Aman ya Rabbi! Bu kurak ve amansız çöl sıcaklarında, bu bitkiler ve çiçekler kurumaktan kendilerini nasıl koruyabiliyor ve zinde kalabiliyorlar?

   Bitki türleri içerisinde bir de mantar çeşitleri vardır. Jilber Barutçıyan; çok büyük bir mantar zenginliğine sahip olan Turkiye'de, Dünya pazarlarında ekonomik değeri olan, bütün türlerinın yetiştiğini ve İstanbul'un da mantar çeşitleri açısından, zengin bir coğrafyaya sahip olduğunu ve İstanbul'un çevresindeki ormanlarda; Türkiye'de bulunan 30 bin tür mantardan, 29 bininın yetiştiğini ifade eder. 
  
   Dikkat ederseniz ülkemizde sadece mantarın 30 bin çeşidi tesbit edilmiştır. Ayrıca 25 bin tür buğdaydan da bahsedilmektedır. 
   Sayısız bunca tür bitki, sadece akıllara hayranlık vermeli.
   Bitkilere; su'dan ziyade, sevgiyi vermek gerekir.
   Ağaçları dikmek ve korumanın ne denli önemli olduğuna dair Hz. Peygamber, şu hadis-i şerifleriyle dile getirmiştır.
   "Elinizdeki fidanı diktikten sonra, kiyametin kopacağını bilseniz dahi, o fidanin dikimini bitiriniz."
    Ebû Eyyub el-Ensarî'de: Hz. Muhammed'ten şöyle bir hadis nakleder: "Kim ki, bir fidan dikerse; Allâh o ağaçtan yetişecek  meyveler adedince ona sevap yazar."
   Diğer bir hadiste de; "Bir müslüman, bir kişi bir ağaç diker de; ondan insan, hayvan veya bir kuş yerse, bu yenen şey kiyamet gününe kadar onun için sadaka olur."(2) buyurmuştur.  

   Bahçedeki bir demet menekşe, en güzel hediye, ormandaki çam ağacı, mubalağa olmaksızın bizim hayat kaynagımız. Onlara en büyük sevgiyi ve şefkati esirgemek, bir insan için en büyük nankörlük olur.

   Hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan ağaçların sayılamıyacak kadar çok faydaları vardır. Gölgelerinden yararlanıp, enva-ı çeşit meyvelerinden yediğimiz ağaçlara, sarılıp hasret gidermeyi hiç denedinizmi?

   İşte bunun güzel bir örneği:
   1926 yılında Bediüzzaman, İsparta'nın çok sapa, yalçın dağları arasında bulunan, küçük bir nahiye hüviyetinde olan, Barla'ya sürgün gönderilir.
   Barla'da Bediüzzaman, kaldığı mütevazi evin üst katından, hemen yanı başındaki çınar ağacının dalları arasında bir kulubecik (çardak) kurar. Burası Üstad'ın bahar ve yaz mevsimlarindeki istirahatı ve tefekkür ve ibadetleri için en munasip bir menzildır. 
   
   Buradan bazan yüksek çam dağına gider. Orada da iki büyük ağaç üzerine çardaklar kurmuş ve tek başına  bir müddet, o ıssız ormanda, yalnızlıkla ünsiyet eder, huzur bulurdu.Ve "Ben bu menzilleri Yıldız sarayına değişmem." dediği de nakledilir.

   Üstad Barla'dan 25 sene evvel ayrılmış ve o zamana kadar hiç gitmemişti. Bu defa Barla'ya sürgun ile değil, hapis ile değil, kendi razası ve serbest olarak gider.Talebeleri ve köylüler O'nu karşılamaya çıkarlar. Eski meskeni medreseye yaklaşırken; 25 sene evvel, O'nu uğurlayan çınar ağacı; bu sefer O'nu sevinçle karşılıyordu.Üstad şükür secdesine kapanır. Ve o çınar ağacına sarılmış ve hüngür hüngür ağlamıştı.Ve orada bulunan ahaliye ve talebelerine kendisini yalnız bırakmalarını söylemişti. Sonra dershane kabul ettiği odasına girdi ve orada da iki saat kadar kaldı.O hıçkırıkları ve hazin ağlayışı dışarıdan dahi işitiliyordu.(3)
   Aslında O, sevdiklerine, talebelerine, mubarek Barla halkına kavuşmanın ve buluşmanın hazin, ama diğer yandan, sevinç gözyaşları döküyordu, diyebiliriz.

   Ağaçları dikmeye ve yeşili sevmeye canımız kadar önem vermemiz gerekir.
   Bulunduğumuz ülke, oturduğumuz şehir, kasaba ve köylerin ağaçtan ve yeşilden yoksun olmaları veya yeteri kadar önemsenmemesini, hoş görmenin imkânı var mı?

   Çevrenin ağâçlandırılması, yeşile boyanıp donatılması ve çiçeklendirilmesi, her milletten ziyade bize ait olmalı değilmidır?

   Durum bu merkazde iken, dikilmiş ağaçları ve yeşilleri vahşice kesmek, bakmayıp kurumaya terketmek, çiğnemek, söküp atmak, kırmak, koparmak ve hatta bile bile yakmak gibi cinayetlere, insanın eli nasıl varır, anlamak mümkün değildir.

   Diğer hayvan ve canlılara olduğu gibi, ağaçları ve yeşili korumanın ve sevmenin; insanları hak ve hakikate, yaratılmışlara şefkate ve hizmete davet etmek, en mühim insanî vecibelerimizden biri olmalıdır.

   Görüldüğü üzere ağaç;  güzellik ve süs unsuru olduğu kadar, sağlık ve bereket vesilesidır.
   
   Ağaç, insan hayatı için, aynen ilim gibi; beşikten mezara kadar, ondan ayrılmaz en sadık dost ve refakatçisi olmalı.

   Burada, yazının nihayetinde çok önemsediğim, bir yaraya da parmak basmadan geçemiyeceğim, şöyle ki;
  
   Nüfus itibariyle 40 küsur vilâyetten daha büyük olan KIZILTEPE'de, bir müddet beraber çalıştığımız, zamanın Kaymakamı, eski merkez hastahaneye hemen bitişik, hatırladığım kadariyla, çiftçilerden toplanan paralarla, bir ek bina yaptırmıştı.

   Ve bu ek binanın da, yanı başında insanlarımızın rahat edeceği; kamelyalariyla, ağaçlariyla ve yemyeşil çim ve çiçekleri ile, gayet güzel, cazip bir park tanzimine vesile olmuştu. Zira kendisi, ağaçları ve yeşili seven bir insandı.
   
   Şımdilerde bu güzelim bahçe; ey vah ki ey vah! Yıllardır kurumaya terkedilmiş durumda. Şu anda yağmur sularıyla ayakta kalmaya çalışan ve direnen bir kaç ağaçtan başka, hepsi kurumaya yüz tutmuş durumda.

    Allâh rızası ve sevgisi adına ve insanlık için, susuzluktan canı yanmış, "Yağdır Mevlâm su" diye feryat eden, bu ağaçlara birazcık şefkat ve merhamet eliyle su içirelim, canlandıralım diyorum.
 
  İnanın, oradan her geçtiğimde yüreğim burkuluyor. Ayrıca, beldemizde, temizliğe ve yeşile gereken özenin gösterilmemesi ve daha nice lakaydlıklar ve sorumsuzluklardan ve kirden çöpten dolayı; böyle bir yerde yaşadığım için pişmanlık duyuyorum, çok hayıflanıyorum, üzüluyorum ve de me'yus oluyorum.
    
   Güzelim ağaçlar, çimler ve yeşiller; nihayet birer canlı.. Bir bebek şefkatinde, rahmet elinin uzatılmasına muhtaçtırlar ve insanlardan bu ilgiyi beklemektedirler.
   
   

   RAHMET YÜKLÜ BULUTLAR UMUDUN OLSUN.
   YIRTILSIN KARANLIKLAR, SİLİNSIN KARANLIK SURETLER,
   YÜKSELSİN YENİDEN GÜNEŞLER.
   KEKİT KOKUSU BÜYÜ/SÜN HÜRRİYET.
   YEŞERİVERSIN UMUTLAR BAHAR RUYASINDA, 
   FİLİZLER FİDAN OLSUN, DALLAR MEYVEYE DURSUN. 
   HUZUR, BARIŞ VE SEVGİ DOLSUN GÖNÜLLERE...
   HER GÜNÜMÜZ AYDINLANSIN "YENİDEN BİSMİLLÂH" İLE.
   SÜRUR VE MUTLULUKLA BAYRAMA DÖNSÜN HAYAT...

                                       06.05.2023

                              Dr. Mehmet AKSOY

Dip Notlar:
(1) Mülk 67/3-4 
(2) Müslim, musakat 9, 12
 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —