Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Sayar, iklim değişikliğiyle görülme sıklığı artan ve çocuklarda gelecekle ilgili yoğun endişe hali olarak nitelendirdiği eko-anksiyeteye ilişkin, "Çevre ve iklim hakkında çocuklara verilen eğitimlerde felaket senaryosu yazmak yerine sorumluluk bilinci uyandırılması gerekiyor." dedi.
İklim değişikliğinin neden olduğu şiddetli hava olayları dünyanın geleceğine dair endişe yaratırken bu endişeyi yoğun şekilde yaşayanlarda görülen eko-anksiyete vakaları da artıyor.
AA muhabirinin konuyla ilgili sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Kemal Sayar, "eko-anksiyete" kavramının henüz ders kitaplarında kategori olarak yer almadığını fakat iklim değişikliğiyle ortaya çıkan büyük hava olaylarının, ormansızlaşmanın ve mevsimlerin kaymasının vakayı destekleyen bir faktör ve gösterge olabileceğini anlattı.
Yazın içinde kışın, kışın içinde yazın görüldüğü iklim değişikliğinin, eko-anksiyete vakalarını gündeme getirdiğini belirten Sayar, "Eko-anksiyete, bugün Pakistan'ı vuran sel felaketlerinin, geçtiğimiz yaz Akdeniz'in ormanlarını vuran vahşi orman yangınlarının, bizi dünyanın sonuna doğru yaklaştırdığı gibi bir düşünceyle, kişilerin endişe duymaya başlama halidir. Bunu biz klinik pratiğimizde çok fazla görmüyoruz ama sıradan insanın içinde bu bir endişe hali olarak var olmaya devam ediyor." değerlendirmesini yaptı.
Sayar, "Eko-anksiyete yakın zamanların bir mefhumu. 30-40 sene önce bundan bahsetmiyorduk, yakın zamanlarda iklim değişikliğiyle beraber ortaya çıkan bu aşırı hava olayları insanları, 'Acaba sonumuz mu yaklaşıyor?', 'Acaba bir tür kıyamete doğru mu gidiyoruz?' şeklinde endişeli bir ruh haline sürükledi ve bunun yaygınlığı arttı." diye konuştu.
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Sayar (fotoğrafta), çocuklarda gelecekle ilgili yoğun endişe hali olarak nitelendirdiği eko-anksiyeteyi anlattı.
"Çocuklarda karamsarlık ve ümitsizliğe neden oluyor"
Çocuklarda görülen eko-anksiyeteyi, gelecekle ilgili yoğun endişe hali ve bir tür geleceksiz bırakılma endişesi olarak tanımlayan Sayar, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Çocuklarda, 'Biz atalarımızın ve dedelerimizin yaşadığı birtakım doğal güzelliklere sahip olamayacağız.' endişesi şeklinde kendisini gösterebilir. Bu endişe hali tabii daha küçük yaşlara doğru indikçe daha bedensel belirtiler, karın ağrıları, kalp çarpıntıları şeklinde kendisini gösterebilir ama daha ergenlik çağında bilişsel yetileri gelişmiş çocuklarda gelecekle ilgili yoğun bir karamsarlık ve ümitsizlik şeklinde kendisini gösterebilir."
Çevre ve iklim hakkında çocuklara verilen eğitimlerde "felaket senaryosu yazmak" yerine sorumluluk bilinci uyandırılması gerektiğini ifade eden Sayar, "'Dünyamızda daha az karbon ayak izi nasıl bırakabiliriz? Nasıl daha sorumlu yurttaşlar olabiliriz? Çevremizi daha bilinçli bir şekilde tabiatla ilişki kurmaya nasıl sevk edebiliriz?' sorularını yöneltmek gerekiyor. Çocuklarda hiçbir şeyin karamsar bir şekilde bitmeyeceği, bizim çabalarımızla hayatın olumlu yönde cereyan edebileceği yönünde bir bilinç uyandırmalıyız, yani aksiyoner bir umuda ihtiyaç var." ifadelerini kullandı.
"Eğitimlerin ümit verici olması lazım"
Verilecek eğitimlerin çocuklarda "Benim yaptıklarımla, çocuk ve genç dostlarımın yaptıklarıyla dünya daha güzel bir yer olabilir" duygusunu uyandırması gerektiğini anlatan Sayar, şöyle devam etti:
"Öbür türlüsü, çocukları tam bir nihilizm batağına sürükleriz. Çünkü 'Dünya bitiyor, her şey bitiyor, çevre felaketi kapıda, o halde yapmaya değer hiçbir şey yok.' deyip paralize bir felç durumuna mahkum edebiliriz. Eğitimlerin ümit verici bir tarafının olması lazım, sorumluluğa çağırıcı tarafı olması lazım. Hep kıyamet ve şeamet tellallığı yaparsak çocuklar bir süre sonra eylem fakiri ve felç olacaktır."
Çevre konusunda çocukları bilinçlendirirken ümitvar paylaşımlarda bulunmak gerektiğinin altını çizen Sayar, sorumlu davranışların kaygı unsuru olarak görülemeyeceğine dikkati çekerek şöyle konuştu:
"Yani çocuk eğer çeşmedeki suyu israf etmiyorsa, klimayı yerli-yersiz kullanmıyorsa endişe etmemek lazım. Çünkü büyüklerde de yürüyerek gidebileceği yere araçla gitmiyorsa ben bunu gelecekle ilgili sorumlu bir davranış olarak algılarım. Diğer yandan kukumav kuşu gibi başını ellerinin arasına alıp zihninde sürekli felaket senaryoları üretiyorsa, gelecekle ilgili hep karamsar beklentilerini dile getiriyorsa, o zaman daha patolojik bir durumun içinde olduğunu söyleyebiliriz. Burada anksiyetenin insanı harekete geçirici bir vasfının olduğunu da bilmemiz lazım. Makul miktarda endişe bizi, dünyayla ilgili bazı şeyleri değiştirmeye, elimizden geleni esirgememeye, daha iyi çalışmaya ve eylem yapmaya zorlar. Çevre korkusu yaşayanlarla alakalı değişik isimler veriliyor mesela eko-endişe veya eko-öfke deniliyor. Bütün bunlar insanı, yapıcı bir şekilde dünyayı onarmaya, düzeltmeye, yanlış bulduklarına dur demeye sevk edebilir, bu da bizim için faydalıdır."
"Çocuklarımıza emanete sahip çıkmayı öğretelim"
Duvarlar arasında yapılan eğitimin yeterince etkili olmadığını, çocukların çevre eğitiminin, tabiatın içine çıkarak, ağaçlara dokunarak, ağaçlardaki ve topraktaki değişimi inceleyerek yapılmasının daha faydalı olacağını belirten Sayar, sözlerini şöyle tamamladı:
"Kainat, tabiat bizim yağmalayacağımız ve üzerine işlem yapacağımız bir ham madde deposu veya ayaklarımızın altına serilmiş istismar edilecek bir varlık değildir. Tabiat bize emanet edilmiştir, emanete sahip çıkmak zorundayız, emanete sahip çıkarsak o da bize karşılığında çok büyük bağışlar verecektir. Çocuklarımıza emanete sahip çıkmayı öğretelim çünkü, dünya evimizdir. Nasıl evimizi temiz tutuyor ve özen gösteriyorsak dünyamızı ve tabiatımızı da temiz tutmaya özen gösterelim. Milli Eğitim Bakanlığına daha önce yapmış olduğum bir çağrıyı bir kez daha buradan sizin vasıtanızla yinelemiş olayım. Okullarda mevsimin müsait olduğu zamanlarda her sınıf için haftada yarım gün ayrılabilir. Tabiat gezileri ve o tabiat gezisi sırasında da çevre temizliği yönünde çaba gösterilebilir."