Altı yüz yıllık bir devletin güçlü dış siyaseti ile ayakta duran Osmanlı yönetiminin savaş meydanlarında mağlup edilememesi Batılı rakip ve düşmanları ister istemez hile ve desiselerle bu gücü yok etmek için on dokuzuncu yüzyılda faaliyetlerini arttırdılar. Bunun için de özellikle yeraltı faaliyetlerini sürdüren ve bir yahudi devleti kurma hayalini yaşayan Siyonistlerin İngiliz ve Fransızlarla yaptıkları işbirliği sayesinde Osmanlı aleyhine sürdürülen politikalar ikiyüzlü bir politika idi. Bu anlayışla zaman zaman hile yollarına başvurarak bazen de kendilerince tehditler savurarak Osmanlı yönetimini bir dünya savaşına sürükleyerek yok etmenin yollarını aramışlardır. Özellikle mason teşkilatlarının İttihad ve Terakki ile olan işbirlikleri bu muazzam devleti savaşa sokmak için giriştikleri teşebbüsler sonuç vermiş ve Osmanlı toprakları içinde bir yahudi devleti kurmak için gerekli çalışmalarını sürdürmüşlerdi.
Yahudilerin Osmanlı devletinin son dönem güçlü padişahı Sultan Abdulhamid ile irtibatları, 1882 yılında Rusya´nın Odesa şehrindeki Osmanlı konsolosluğuna Siyon Dostları Derneği´nden bir heyetin Filistin´e yerleşmek isteği ile ilgili olarak bir teklif götürmeleriyle başladı. Ama olayın vahametini anlayan ulu Hakan´ın kesin kararlılıkla cevabı son derece net idi:
"Osmanlı Devleti ayakta kaldığı sürece ben Yahudilerin Filistin´e yerleşmelerine müsaade etmeyeceğim" Osmanlı hükümeti, ülkemize yerleşmek isteyen Yahudilere, kendilerine Filistin´e ikamet etmeleri için izin verilmeyeceğini bildirir.´
Heyet arkasından heyet gönderen ve Sultan tarafından hep reddedilen Yahudiler iyice çılgına dönmüşlerdi. Theodor Hertzl, 1896 yılında Kudüs´te bir yerleşim merkezi kurmalarına müsaade edilmesi için bir görüşmede bulundu. Sultan ona:
"Devlet-i Aliyye, bu işe muvafakat etmeleri mümkün olmayan Osmanlıların mülküdür. Siz mallarınızı cebinizde saklayın" diye cevap verdi. Bale Kongresi´nden sonra siyonist çalışmalar hız kazandı. Bu durum Sultan Abdulhamid´i Yahudi hacılarının Filistin´de üç aydan fazla kalmalarını yasaklayan, kendilerine Filistin toprağına girmeleriyle birlikte pasaportlarını teslim ederek girdikleri limandaki Bab-ı Ali görevlisinden bir ikamet izini almaları mecburiyeti getiren ve belirlenen süre içinde Filistin´den çıkmayanların zorla çıkarılmalarına hükmeden ve İstanbul´daki bütün yabancı temsilci ve misyon şeflerine tebliğ edilen meşhur kararını almaya zorladı. Sultan o zaman, vaktinde çıkmamaları halinde çıkarılmalarının kolay olması için yahudiler adına kırmızı renkte ikamet belgesi çıkardı. Bunun için, yahudiler daha sonra imkan elde etmeleri üzerine, sahipleri uluslararası havaalanlarında teftiş edilmeyen diplomatik pasaportların kırmızı renkte olmasını sağlamaya çalışmışlardı.
Sultan, 1901 yılında Yahudilerin Filistin´de herhangi bir toprak parçası satın almalarını yasaklayan bir karar çıkardı. Ancak İttihad ve Terakki grubunun hile ve desiseleriyle Abdulhamid´in tahttan indirilmesi ve ardından Birinci Dünya Savaşı´nın meydana gelmesi Batılı emperyalist devletlerin Osmanlı devletini parçalayıp bölüşmeleri sonunda Filistin´e ve mescid-i Aksaya büyük bir darbe indirildi.
Haçlı seferleri sonunda meydana gelen işgalden sonra ikinci büyük işgal 1917-18 yılında İngilizlerin Filistin topraklarına girmesiyle başladı. İngilizlerin bu topraklara girmekteki maksatları bölgede Yahudilerin bir devlet kurmalarına zemin hazırlamaktı. Nitekim dönemin İngiliz dışişleri bakanı Arthur Belfour tarafından 1917´de yayınlanan ve "Belfour deklarasyonu" olarak tarihe geçen belgede bu husus dile getirilmiştir. Söz konusu deklarasyonda şöyle deniliyordu:
"Haşmetli İngiliz kraliyet hükümeti, Filistin´de Yahudi halkı için milli bir devlet kurulmasını memnuniyetle karşılıyor. Bu gayeye ulaşmayı kolaylaştırmak için en değerli mesailerini harcayacaktır. Şurası açıkça bilinmelidir ki, haşmetli kral, Filistin´de bulunan Yahudiler dışındaki milletlerin dini ve medeni haklarına zarar verecek veya Yahudilerin başka herhangi bir ülkede elde ettikleri haklarını ve siyasi nüfuzlarını zedeleyecek hiçbir şey yapmayacaktır."
Arthur James Belfour Vaadleri Ekim 1917´de, Yahudilere Filistin´de milli bir vatan verilmesine dair Rusya´nın da müdahil olmasıyla Lenin vaadi buna eklendi. Belfour vadinden üç ay sonra, Şubat 1918´de Fransa, 1922 yılında da Amerika resmi olarak verilen bu sözü onayladı.
Filistin topraklarının işgaliyle yahudilerin bölgeye yerleştirilmesinin amaçlandığı zaten 1916 tarihli Fransa ve İngiltere´nin iki dışişleri bakanı Sykes-Picot Andlaşmasında da dile getirilmişti. İngiltere ve Fransa arasında imzalanan ve Rusya tarafından da kabul edilen Sykes-Picot Anlaşmasında Filistin toprakları üzerinde bir yahudi devleti kurdurulması için bu topraklara yahudilerin yerleştirilmesi karara bağlanmıştı. Burada karar her iki devlete ait olmakla Rusya´nın da olaya çanak tutmasıyla bu anlaşma ortaya çıktı.
Gaye Yahudilerin o topraklara yığılmalarına imkan sağlamak olduğundan İngiliz işgaliyle birlikte dünyanın değişik yerlerine dağılmış olan yahudiler de çekirge surüleri gibi Kudüs´e ve civarına akın etmeye başladılar. Bu akın dolayısıyla yahudilerin Kudüs´teki nüfusları hızla arttı. Bu artışa mukabil olarak Belediye meclisinde de Müslümanlara altı, Hristiyanlara iki sandalye verilirken, Yahudilere de dört sandalye verilmişti. Müslümanlar bölgede çok daha kalabalık bir nüfusa sahipken diğer azınlıklarla belediyede sahip oldukları sandalye sayıları eşit hale getirilmişti.
Sykes - Picot anlaşmasının uygulamaya geçirilmesinde ve İngilizlerin Kudüs´ü işgal etmelerinde Şerif Hüseyin´in önemli rolü olmuştur. Şerif Hüseyin, kendisine vadedilen "Arap yarımadası krallığı" karşılığında İngilizlerin Kudüs´ü ve çevresini işgal etmelerine yardımcı olmuştur. Sykes - Picot anlaşmasının Filistin´le ilgili maddesinde: "Diğer ortakların ve Mekke şerifinin muvafakatı alındıktan sonra Rusya ile de olay tartışılarak bu bölgede uluslararası bir yönetim kurulsun" diye karara varılması o zaman Mekke şerifi olan Hüseyin´in ihanetteki rolünü açıkça ortaya koyuyordu.
Arapların bir kısmı I.Cihan Harbi´nde İngiltere´nin yanında yer alarak, İngiltere´nin Şerif Hüseyin´e Arap topraklarının krallığını vereceği yolundaki vaadleri dolayısıyla Osmanlı Devletinin aleyhine dönmüşlerdi. Diğer taraftan Fransa ile İngiltere, Osmanlı devletinin mağlup olması halinde topraklarını aralarında paylaşmak üzere, Mayıs l9l6´da Sykes-Picot anlaşmasını imzaladıklarını yukarıda ifade ettik.
İngiliz kuvvetleri 9 Kasım 1917 tarihinde Kudüs´e girdi ve taşıdığı kinlerini ortaya koyarak; "İşte şimdi haçlı seferleri sona erdi" demeç ve mesajını vererek emperyalist emellerini ortaya koydu.
Müslümanlar bu planlara karşı protestolar düzenlediler ve bu vaad hakkında: "Mülk
sahibi olmayanın hak sahibi olmayana açıklaması" şeklinde söz ettiler.
İngiltere, 1920 Temmuz ayının başlarında yahudi asıllı Herbert Samuel´i, Filistin´e yüksek temsilci olarak göndermesinden sonra aynı yılın 24 Temmuz tarihinde Cemiyet-i Akvam/Milletler Cemiyeti, Filistin´in İngiliz mandasına geçirilmesini kabul etti. Bunun üzerine Samuel Yahudileri Filistin´e göç etmeye çağırdı. Bu yetmiyormuş gibi Filistinli Müslümanların topraklarını gasbederek Yahudilere hibe etmeye başladı. Bu işlemi de Araplar Yahudilere toprak sattı diye gösterdiler halbuki toprak satışı değil toprak gasbı vardı. Bu da Osmanlı arşivlerinde bulunan Filistinli Müslümanların devleti yazdıkları mektup ve dilekçelerde kanıtlıdır.
İşte neredeyse 150 yıldan beri İslam toprakları üzerinde hesaplar yapan bu devletler bugün de Filistin Suriye ve Irak´ta oyunlar tezgahlamakta ve ülkelerimizi işgal etme konusunda açık ve gizli ittifaklar yapmaktadırlar. İşte bu oyunları, açık ve gizli ittifakları durduracak ve bozacak kesin kararlı bir "Abdulhamid tavrı" bekliyoruz.